Velhasıl Çok Sertizdir.

21 Şubat 2008 Perşembe

"Zamanlaman mükemmel!"

Daha uygun bir zamanda blog açamazdım sanırım.
Hayır, tasvir edicek bişey yok, anlatıcak bişey de yok.
Bilenler bilir, zaman zaman içimde öyle bir tüy yumağı birikiyor ki, gırtlağıma dolanıyor, batıyor, nefes almamı engelliyor.
Bu tüy yumağı çok nadir zamanlarda birikiyor gırtlağımda.
Midemde -artık hastalıktan biyolojik olarak eser kalmamış olmasına rağmen- o bildik, iğrenç ülser ağrısı beliriyor.
Kıvranmak istiyorum yere atıp kendimi, -hem ülser ağrısından, hem de ıslak/yapışkan/diken/diken tüy yumağından ötürü- midemi tutup kan tükürerek kıvranmak istiyorum saatlerce, gururum el vermiyor.

Belki de bana iyi gelecek olan şey bu, ama self-controll üzerine kurduğum yepyeni ve sapasağlam mekanizmaya ihanet etme fikri, tekrar iyi hissedememek fikrinden daha çok dehşet veriyor bana.
Zaten bu dağın self-defence yamacını TNT ile döşeyip patlattık. Oraya öyle bir şehir kurduk ki, kilometrelerce uzaktan bakınca bile imrendirici görünmekteydi. O şehir, herkesin içinde yaşamayı hayal ettiği yerdi. Herkes böyle bir şehirde, aynı o yamaçtakiler gibi bir huzurla uyanmayı isterdi her sabah.

Ancak TNT ile patlatılmış bir zeminin üzerine kurulmuş olan bu şehir tahminimizden daha az ayakta durdu.

Ve işin ilginci şehrin çöküşünü seyrederken ben çok sakin görünüyorum, yavaş davranıyorum, kararlı adımlar atıyorum ancak kafamın içerisinde panikle dört yana koşturan "portatif-ben"ler bana inatla "self-controll" diyor, "o tarafı dik tutmamız lazım, diğer yamacın çöküşünden etkilenmemesi lazım!".

Eminim ki self-controll yamacının tarafından (doğudan) bu dağa doğru yürümeye koyulanlar, dağın sadece self-controll yamacını görebilenler bu dağın ne kadar heybetli ve güzel göründüğünü düşüneceklerdir.

Self-defence yamacının tarafından (batıdan) yürümeye başlayanlarsa çöküntüyü görecek, ve eğer hikayeyi bilmiyorlarsa "İşte doğasal olaylar, heyelandı rüzgar aşındırmasıydı erozyondu filan falan" düşüncesiyle dağdaki oyuklara şöyle bir bakıp geçeceklerdir.

Gelelim hikayeyi bilenlere,
Hikayeyi bilenler artık pek de birşey hissetmeyecekler ve bize aynı "portatif-ben"ler gibi "self-controll" yamacını canımız pahasına korumamızı söyleyeceklerdir. Çünkü olması gereken budur, ve böyle olacaktır da. Çünkü onlar hikayeyi benimle yaşayarak öğrenmişlerdir ve kontrolümü kaybetme ihtimalime en fazla benim kadar tahammül edebilirler: "Hiç."

Hikayeyi bilenler "no big deal, you'll cover it up." diyeceklerdir.
Hikayeyi bilenler "we seem far away but we're still and eternally here." diyeceklerdir.
Hikayeyi bilenler bu hikayeden en az benim kadar sıkılmış ve yorulmuşlardır.
Hikayeyi bilenlerin detayları dinlemeye tahammülleri yoktur, -tıpkı benim artık anlatmaya tahammülüm olmadığı gibi- ama dinleyeceklerdir, ve ben de anlatacağımdır.

Çünkü hikayenin sonunu hepimiz en iyi şekilde bilmek zorundayız.
Susma kısmı hikaye bittikten sonra başlayacaktır.
Ondan sonra hep susulacaktır.
Bu bir çöküşün hikayesidir.
Bir inancın, "it'll be all perfect" cümlesine karşı obsesif bir tutumun hikayesidir.
Bu hikaye, boşluksuz bir hayat ve hayal-ettiğimin-tıpkısını-yaşamak-zorundayım takıntısının hikayesidir.
Bu hikaye korkunç sonuçlanan milyon denemenin-ki bunu milyon kez denemiş olmanın da sebepleri bambaşka ve oldukça uzun bir hikayedir- sonunda varılan yer,
ve bir milyonuncu denemenin diğer dokuz yüz doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz tanesinden kat kat daha büyük bir inançla, hevesle, umutla ve "bu sefer başardım" düşüncesiyle boşluğa uçması, ve dolayısıyla her birinden bir milyon kat daha fazla zarar vermesi üzerine bir hikayedir.

Ve bu hikaye bitti.

Dediğim gibi, zamanlama mükemmel, hikayenin bitiminden bir kaç saat önce yazmaya başlama kararı alırkenki zamanlama,

kusursuz.

Bundan sonra suskunluklar, bunun yanında da şu ve bu hakkında kusulabilecek her şey gelecek.
Ama bu hikayeden bir tane daha bile duymayacaksınız.

Zamanlama mükemmel!

Self-controll yamacına hoş geldiniz.
Burda her şey sakin, mesafeli, düz, hırslı, ve doyumsuz,
hiç bir şey ıslak değil, hava yağışsız, eksi dokuz derece.

Ve ben soğuktan nefret ederim.

Anyone here to welcome me?

Geri saydık. Başlıyoruz.
Tabi ki de Süzme Tuşları'nın tümünü buraya koymak gibi bir düşüncem yok.
"you guys might be freaked out!"

Ancak ilk ölen ben olursam, bir şekilde süzme tuşlarını hatırlamaları için kadim kadınlarıma bu isimle bir zımbırtı bırakıyorum.
Hazır burayı doldurmuşken de,
satılan kağıt parçalarının tüm gelirini (ceplerinden harcadıkları parayı temin ettikten sonra) "tanrı bizi fake sanatçılardan, şaşaadan ve insan ırkından korusun." derneğine bağışlamalarını talep ediyorum.

Burdakileri de alıp kitaba koyarsanız kitap kalın görünür.
Bu da size tüyom olsun.
Darlanıp darlanıp buraya yazacağımdır.
Sevgiler.

PS: İki yeni bot ve bir yeni babet aldım ama hala yeterince mutlu değilim. Ayakkabı bir tutkudur, ama çok zengin değiliz.