Velhasıl Çok Sertizdir.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Their poops are still warm, they can not be gone too far.

*Way too hardcore.
*"Ağzına sıçmak" tabir ettiğimiz.
*Sekiz eklemlilerle dolu bir odada ayak serçe parmağımıza yalnızca 1 adet eklem verilmiş olmasını sorguluyorduk.
*Çok da eski bir tarih değil, sanırım 24 saat ya oldu, ya olmadı.
*Cümleyi buldum, "Too much candy gonna ride your soul."

*Oh boy, love gonna get you down.

Ha-ha.

*Lotsoflovefrommetoyoulady.

*Sanırım herkes, herkes, bu blogun içindeki her şeyi boşvermeli,
ve yalnızca

A Bag Full Of Loot'u okumalı.


"Because that's the real issue, that's the enlightning.

And nothing could hurt more, even my broken nose-no, nothing could ever hurt more than that feeling as i gave birth to those thoughts, growing up in me waiting to become sentences,


and they are just like a zipped file,

and the freshness right after giving the birth, becoming the baby,

and wanting everybody to see the miracle,

covered with blood, sticky, red, ugly, and pure."


Herkes onu okumalı,
ve dejenere bir Türkçe kullanıyor oluşumun, belki de hep aynı dilde düşünemeyecek kadar fazla çağrışımsal çalıştığım gerçeğinden kaynaklandığını kabullenmeli.

Hayır, ben cool olmaya çalışmıyorum*, o ve tüm bu yakıştırmalar sizin işiniz.

Ben molotof kokteylleri yapıyorum.
Şenlikler.
Badem şekerleri.





*Rahsaan Patterson- Delirium.

22 Ağustos 2008 Cuma

Holes being punched into.

*I was afraid of your testosterone.


*Birinin ilk günden elimi öyle kendinden emin, öyle sımsıkı, öyle kuvvetli ancak zarar vermeden, kavrayarak tutmasını,
*Birinin yüzümü öyle seyretmesini her sabah uyandığımda,
*Birinin öyle hayrete, hayranlığa kapılmasını kahkahalarımla gelen varlığım karşısında,
*Birinin beni uzaktan gördüğünde gülümsemeye başlamasını, yanıma gelen o adımlarını hevesle hızlandırmasını,
*Birinin her sabah güne uyanışımı kaçırmamak isteyişini,
*Birinin her gece benim kokumla uyumak isteyişini,
*Birinin tüm zayıf noktalarımı bilip, kendisiyle ilgili tüm zaaflarımı kullanışını,
*Birinin günde milyonlarca kez sıkılmadan öpebilmesini beni,
*Birinin en çirkin hallerimi bile dünyanın en güzel kızına tercih edebilmesini,
*Birinin beynimin hızlı ve çağrışımlarla işleyişini çözmesini, anlamasını,
*Birinin ben uzun uzun konuşurken şefkat ve sabırla dinlemesini,
*Birinin portakal suyu almasını, ben seviyorum diye,
*Birinin hastalandığımda ateşime bakmasını, ben uyurken,
*Birinin türlü sevimlilikler yapmasını, gönlümü almak için,
*Birinin çaresiz kalmasını, histeri krizlerine kapıldığım anlarda,
*Birinin kollarımdan tutup beni sakinleştirmesini,
*Birinin hayaller kurmasını,benle dolu bir gelecek için,
*Birinin yatak odası takımı beğenmesini,
*Birinin kırıldıklarımı çözemeyişini,
*Birinin anlattıklarımı anlamayışını,
*Birinin benim açımdan bakamayışını, belki de bakmak istemediği için,
*Birinin sözler verişini, kırılmayayım diye,
*Birinin verdiği sözleri tutmayışını,
*Birinin şikayetçi oluşunu, fazla varlığımdan,
*Birinin uzaklaşamayışı, başkalarının varlığından,
*Birinin takip etmesi, karınca gibi, önündekinin bıraktığı izi,
*Birinin kabullenmemesi, böyle gitmediğini, gitmeyeceğini,
*Birinin sıkılması, sürekli hayatının bu şekilde kalmaması gerektiğinden yakınan kadından,
*Birinin koparması bu güzel müziği çalan gitarın tellerini tek, tek,
*Birinin uzaklaşması, gittikçe daha uzak olması,
*Birinin belki sırf alışkanlıktan, doldurduğum yerin, ben gidersem, diğer eşyalar gibi tozlu değil, pasparlak kalacağını düşündüğünden,
*Belki içinde bir parça kalan mantıktan,
*Belki içinde bir parça kalan aşktan ötürü gitmeyeyim diye bir kaç kez daha zaaflarıma oynaması,
*Birinin giderek daha fazla kırması beni, yıpratması,
*Birinin en zavallı halimi görüp de umursamaması,
*Birinin beni suçlaması, olanlar yüzünden,
*Birinin şaşırması, donakalması, öfkem karşısında,
*Birinin yok olması, sonsuza dek hayatımdan,

bir küçük jeste değişilebilecek bir şey miydi,
birkaç güler yüze,
birkaç ideolojiye,
birkaç gelecek planına,
birkaç prensipe,
birkaç sevmece oyununa?

Pişmanlık değil, hayır.
Durum değerlendirmesi.
Aşk değil hayır,
Durum değerlendirmesi.

Artık bunu yapmam gerekiyordu.
Çünkü kıymeti yok.

"Are you still mad that we slept together even after we have ended it?"

20 Ağustos 2008 Çarşamba

A bag full of loot.

*Kısa bir ara verdik evet, tavrımıza, Süzme Tuşları formatına, öyle hissettik çünkü, içimizden öyle geldi.
*Biz, evet, biz dediğim ben ve kafamdaki Russell Crowe'umtrak canavar.
*R.C. Marco Polo koyuyorum şimdi burda o canavarın adını. R.C.Marco Polo a.k.a. The Killer Raspberry. (:

*Aaa, açıkladım, bak.
Hahaha.

*Başlıyoruz, evet.

-BUGÜNE KADAR YANILDIĞINIZ HER ŞEY-


*İnsanlar her zaman oldukları kadarlardı, ne daha az ne de daha fazlalardı; onları siz kalıplara ve kategorilere soktunuz.
*İnsanlarla ilgili hayal kırıklıklarınızın sebebi sizsiniz.
*Durumlar asla o kadar da trajedik değildi, ve tüm kişisel tragedyalar aslında klişelerle beslenen kitlesel zırvalıklardı.
*Bu bağlamda fundamental olarak Pride and Prejudice ile Rosalinda arasında bir fark yok. Ama bu cümlemi eleştirmeden önce fundamental sözcüğünü dikkate alın ve tüm yontulmuş ayrıntılardan değil, bu tahta putların içindeki o sade odundan bahsettiğimi anlayın. İzah etmekle gerçekten uğraşamayacak kadar yorgunum.
*Evet, kişisel tragedyalar diyorduk;

durumlar aslında o kadar da trajedik değildi, belirli mutsuzluklar için sizi belki suçlayamam ama geliştirilmiş ve mükemmelleştirilmiş trajedilerden kaynaklı ağır depresyonlarınızın sebebi sizsiniz.

*Çok şey bilme isteği insanı geliştiren,yararlı güdü; çok şeyi bilme iddiası insanı şımartan, göreceli olarak yararlı eylem; her şeyi bilme iddiası insanı körelten, yüceleşmesini engelleyen, daraltan eylem; her şeyi bilme isteği insanı çıldırmaya sürükleyebilecek kadar etkili olmasına rağmen, sadece ve sadece aptallıktır.

*Bu yüzden sorgulamak doğrudur, ancak sorgularınızın sonunda durumların inanılmaz basit birkaç olguya bağlandığını kabullenmeyi reddetmek, her ne kadar beyniniz o son noktaya varana kadar inanılmaz derin ve anlamlı bir sürü olgudan geçtiği için durumun büyüsünü bozmaktan çekinceyle kaynaklansa da, hayatta kalmak ve daima gelişmek gibi temel içgüdülerinizi yok saymanıza ve kafa karışıklığından ötürü derin bir mutsuzluğa kapılmanıza sebep oluyorsa, sınırınızı bilemediğiniz ve reddetme eylemini bilinçli yaptığınız için, suçlu sizsiniz.

*Her şeyin inanılmaz basit olduğu bir dünyada, her şeyi komplike hale getiren insanların yargıları, egoları ve hırslı düşünce yapıları iken, şeylerin basitliğini kabullenmemek ve onlara inanılmaz şiirsel anlatımlar yüklemek onları daha anlamlı yapmıyor ancak sizleri daha az gerçekçi kılıyor ve hayatta kalma kuvvetinizi düşürüyor.

Minimallikte inanılmaz detaylar bulunduğunu, ve bu detayların inanılmaz şiirsel olduğunu, tüm bu çok basit olan şeylerin büyüleyici güzelliklerle, hayranlığı hakedecek derecede akıl almazlıklarla dolu olduğunu görmeyerek/görmeyi reddederek onları hiçe saymak ve üzerlerinden abartılı tragedyalar yazmak, yaratıcılığınızı kullanmak değil, aksine, gözlemciliğinizi eksilterek yaratıcılığınızı klişelerde takılı kalmaya zorlamak anlamına geldiğinden,

olaylara ve dünyaya yeterince sakin yaklaşamadığınız için bugüne kadar kaçırdığınız her şeyin, ve bundan kaynaklı ruh halinizin sorumlusu sizsiniz.

*Temel ihtiyaçların ve olası akışkanlıkta devam eden hayatların, önünüze serilen tüm doğruların ve yanlışların yanısıra, Tanrı'nın size koca bir kıyak geçerek dünya üzerindeki her şeyi MÜKEMMEL SUBJEKTİFLİKTE yarattığının, ve size her zaman "bu onun , bu da benim görüşüm" objektifliğiyle durumlardan sıyrılabilme lütfunu bahşettiğinin,

ve herkese bu lütfu eşit derecede bahşettiği için, bir bağlamda herkesle benzeşebileceğinizin bilincinde olmamak, hayatınızdaki tüm akışkanlıklar adına yaptığınız en büyük hatadır, ve bunun sorumlusu sizsiniz.

*Gördüğünüz üzere, başkalarının üzerine yıkabileceğiniz her şey aslında sizin kabahatiniz.

İşte bu yüzden bireysel bir dünyada yaşıyoruz,
işte bu yüzden dinler bile bireysellikten yola çıkan kitlesel ütopyalar.

İşte yine bu bağlamda hepiniz, tek tek bireysel, kişisel, özgün, farklı,
ve hepiniz, toplamda değil ama "öz suyunuzda" aynısınız.

Fundamental olarak.
Temelde.


Ve sahip olduğunuz tüm yargılar, tüm kişisellikleriniz, tüm tragedyalarınız, genellediğiniz ve anlam yükleyemediğiniz "neden varız?" düşünceleri,
irrasyonel olduğuna inandığınız ancak sıkça rastlanılan fikir yürütme biçimleriniz,
mutsuzluklarınız,
hüzünleriniz, hayal kırıklıklarınız,
kırılan yaşama istekleriniz, kızdığınız tanrılar, kızdığınız sistemler, kızdığınız insanlar,

hepsi, hepsi sizin en şahsına münhasır çantanıza doluyor,

ve dünya o çantanın adını "A bag full of loot." koyuyor.



Kendinize iyi davranın. Ben buralarda olacağım.

-I only make jokes to distract myself from the truth.-

19 Ağustos 2008 Salı

Mutsuzluk bulaşıcıdır.

"You don't know what love is, get a grip.
Sounds as if you're reading from some other tired script.
I'm not gonna meet your mother anytime.
I just wanna rip your body over mine.
Please tell me why do you think that's a crime?

I've forgotten all of young love's joy.
Feel like a lady and you my lady boy,
You should be stronger than me."



Mutsuzluk bulaşıcıdır ancak ilerleyen teknoloji içimizi rahatlatan çözümler sunmaktadır;

evden çıkarken kapıyı kilitlerseniz, sizden sonra eve hırsız girse bile, dışarı kapıdan çıkamayacaktır.

Yanınızdan C Vitaminini eksik etmeyin,
kapınızı kilitlemeden çıkmayın,
her zaman diğer ihtimaller üzerine de oynayın,

-one foot out the door-

ve sizin yerinize bırakın başkaları sorun yaşasın. (:


-It's a new dawn, it's a new day, it's a new life, and i'm feeling good.-

Infatuation junkie.

*Is me.

*Hey, look who's being honest again.
*Take a picture with the "moment". Keep it as a memory.

*Infatuation junkie (it), checks all the other options whenever it feels unsure about the deal.
*It extraordinarily distracts itself from the inner-possibilities of outer-daylife.
*It extremely sets itself as the default, the main character in all its relationships between two.
*It has no trust in no one and persistently demands trust from the others.
*It runs away quickly, fast, and bonds really hard.
*It is needy indeed.
*It locates the fear and the sourness.
*It sences the insincerity, the alienation from itself by another creature.
*It insists on trying, otherwise it would drop dead.

*It is mistaken, it is what it is.
*All the other people might be similar, but their imperfection doesn't seem to bother them.
*And their offences are under rug swept.

*The Infatuation Junkie just goes hard on people, hits the tree hard so all the rotten ones can fall earlier from the tree.

*So there will be time left to spend with the fresh ones. The good ones.

*I know what I should do, but it's getting so fucking uglier as we see another fucking rotten fruit falls from the tree,

as we see there are almost none left.

*The Infatuation Junkie should get clean, maybe.

17 Ağustos 2008 Pazar

How do lillies smell?

*They smell like headaches and peace.

*Klor.

*Ilık ılık dökülecek çirkinliğiniz bacaklarınızın arasından,

koltuk altlarınızdan ve kasıklarınızdan.

*Yoruyor beni yaşayış şekilleriniz.

*Yoruyor beni küçük hesaplarınız ve içten pazarlıklı minik kelimeleriniz.

*Hiçkimsesiniz gözümde genellikle.

*Midem bulanabiliyor sıkça.

*Ama uğraşamayacak kadar yorgunum.

*Kolumu çekiştirip durmayın arsız çocuklar gibi.

*Eve gittim, gelmiyorum.

*Home sweet home.

Licorice creme

*Bak, içimden ölümler geçti.
*Bak, nasıl büyüdüm, bak.
*Bir el salla, selam et, gülümse, diril, vur, bağır, bir şey yap.
*Nasıl büyüdüm, güzelleştim, katılaştım, uzaklaştım, örselendikçe nasıl daha da dikleşti sırtım, bak.

*Bak, o şarkılar çalıyor, ben nedensizce, bağlantısızca, çağrışımsızca, 1930ların çocukluklarına koşuyorum,

meyan kökü yiyorum,
kanyak içiyorum.

*Bak, midem nasıl yanıyor.
*On dokuz yaşında gelen ölümlere, on dokuz yaşında gelen ülserler eşlik ediyor.

*Nasıl da hasar göremiyorum senin gibi, bak.
--------------

*Bab-i Esrar'ı gözbebeğimden dökün, iyice yaksın, mikrobunu alsın, yapabiliyorsa yaşartsın şu soktuğumun lâl gözlerini.

*Ben omuz olmak istiyorum, bu güzel naif çocuğa, bu hiciv adamına, omuz olmak istiyorum.
*Böyle dev bir omuz, kolsuz, bedensiz.

*Nitelikli olmak için zaman lazım.
*Davranmak için zaman lazım.
*Büyümek için büyütmek için zaman.


*Sıçayım senin ağzına zaman.
*Çizemedin altını yazdıklarımın.
*Yetişemedin bana.
----------------
*Bir hikaye anlatırım size, diliniz damağınıza yapışır,
deriniz kemiklerinize,

bir hikaye anlatırım ki hiç neşeli bitmez sonu.

*İnsan olmak için insan doğmak mı lazım gelir, insana dönüşmek mi?


*Diyemediniz mi bana, allahın belaları,

diyemediniz mi,

"SEN ÇOK MU BİLİYORSUN DA KONUŞUYORSUN KALTAK?!"

*Ben çok biliyorum da, hepsini bilmiyorum.
*Bir orospu çocuğunu alıp koynuma saracak kadar ziynetli değilim.
*Peygamber sabrından yoksunum.
*Ama çok biliyorum elbet.

-----------

*Meyan kökü yemeyi, kanyak içmeyi.
*Kahve likörünü sermeyi bünyeye, kahve yasağından sonra.
*Çocukluğu görmeyi, naif olma isteğini.

*Bir derin sevgi var içimde, bir yoksunluk, devasa bir sevme isteği.
*Ses ver, ses,

bir-iki, bir-iki.

Ver çocuk ellerini.

15 Ağustos 2008 Cuma

Zencefilli Çörek

*Gördüğüm en garip rüyaydı, zencefilli çöreklerden korkuyordu insanlık.
*En saçma, en anlamsız, en komik hikayelerime kattık kendisini.
*Çokça madalyalar aldı.

*Bilinçaltımda yatan Russell Crowe'umtrak yaratık, bir şirinlik yapıp, hicivsiz bir mesaj göndermişti bana bu kez.

*Ben öyle sanmışım.
*İnsanlığın korktuğu, kaçıştığı, kaosa ve paniğe yol açan bu korkunç canavarlar altı üstü zencefilli çöreklerdi.
*Evet uçuyor olmaları garipti ama eninde sonunda,

bir zencefilli çörek insana ne yapabilir ki?

*Bakın kuruntularımız, paranoyalarımız, egolarımız ve -burda biz diyemeyeceğim- küçük hesaplarınız, ucuzluğunuz,

nelere önem vermenize sebep oluyor. Neleri kıymetli, neleri büyük, neleri tehlikeli sanıyorsunuz.

*Nasıl da haddinize olmayan şeylere burnunuzu sokuyor, her şeyi bilmenizin çok mühim olduğunu, her şeyi öğrenebileceğinizi zannediyorsunuz.
*Nasıl saçma denklemler kuruyor, nasıl saçma yargılara varıyorsunuz.

*Ve bunları hangi amaca hizmet ederek yaptığınızı bile bilmiyorsunuz.
------

*Sana içimdeki çöreği ikram ettim.
*Ev senin, dedim. Mutfak senin.
*Akşam yemeği için ciğerimi söküp doğradım önüne, soğan kavurdum yanına, ve afiyetle yemeni izledim.

*Hastalıklı bünyelerin hastalıklı fikirlerinden biri olma ihtimalimizi tartıştım seninle, yargılamandan korkmayarak.

"Altı üstü bir çörektir sonunda." diye düşündüm, "Ne yapabilir ki insana çörek?"

*Unuttuğum, görmediğim bir şey vardı ki,

sen bütün bunları hiç anlamamış da olabilirsin.
Sen sandığım kadar zeki yahut sandığım kadar benimle bir olmayadabilirsin.

Sen çiğnediğin lokmaları yutmakta zorlanıyor da olabilirsin.

Öyleyse sen, içimdeki çörekten bir dev ısırık alıp,
çay koymaya gidermişçesine bu evi terk ediyor da olabilirsin.

*Bağlayabilir mi kopuk ilmekleri birbirine çörek?

14 Ağustos 2008 Perşembe

Hey there!

*Are you still mad, benim pisliklerimi temsil eden ve dolayısıyla içime hüzün vuran bir şarkı olsa da,

bak uyarıcı, anlatıcı olabiliyor yeni güzellikler için.

*Bazı şeyler zor, ama daha naif, daha güzel insanlara koşmakla iç rahatlatıcı olabiliyormuş.

*These are not really some "high hopes", these are the words to put out the peace that i've got inside.

*Hey there,

you're welcome.

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Most of the time.

I feel cencored
And it's not a big deal.

But it's a shame,
a pitty,

that i am proud to be this stubborn,

that i am feeling as if the whole nation raped me,

and as if i did not say a word,

and i am proud to be this proud,

even though all i carry is shit inside.

My shit beats yours.

It's in the music.

*Say "Hey" and I might say "Finally you're here."
*Say "Hey" and I might say "Hey, you're too late."
*Say "Hey" and I might say "Who are you?"
*Say "Hey" and I might not be there.


*Hey.
*Scarved faces.
*Scared tissues.
*Songs and movies.
*Random play.

*Açıklayıcı konu başlıkları yahut kilit sözcükler yahut soktuğumun değer yargıları. Bak ne güzel yönetiyorlar, döndürüyorlar, dans ettiriyor ve yeterince yorulduğunda iplerinden kurtulmuş bir kukla gibi yığıyorlar yere.

*Muhtaç olma duygusu, yok içimde.
*Yahu elbette var da, öyle de yoğun değil. Ya da ben örtmüşüm üstünü.

*Bazen kendi dilinde söylemek istemezsin bazı şeyleri.
Aynı anlamı vermediğinden değil de,

daha çok,
şiir yazmak gibidir,
açık açık söyleyememek,
en anlaşılır haliyle ortaya koyamamak dilinin ucundakileri.
İstesen yaparsın, bilirsin çatır çatır yapabileceğini,

ama içinde birden bir heyecan, bir korku, bir ufak burukluk olursa ağzını açtığında,
kıymeti vardır, anlarsın.
Açıkça anlatamazsın.

*For the ones we have loved for once,
for the ones we have loved so much,
for the ones we will never get over,
for the ones who broke the ice of our eyes,
the ones who seemed like miracles,
the ones.

"The ones"

*Teselli ödülü gibi gelebilir varlığı insanların.
*Kırık bir çizgi bırakamayabilir varlığı kimi insanların.
*Sıcaklık, ulaşabilirlik, aynı yerdeki yara izlerinin tesadüfi, aynı yerdeki benlerin ilahi olduğu düşüncesi gibi.

*Yine de gördüm.
*Yarın ya da otuz yıl sonra.
*Hiç umrumda değil ne olduğu.
*Ben gördüm, o bana yetti.

*It's in your music.
*It's more than who you are.
*It freaks me out.
*It might hurt, and I might say "Hey."

And you might not be here.



____________________________

*Bu arada dinleyin:

Bu postun soundtrack'i olmaya yakışan bir şey:

www.myspace.com/alpkoca

8 Ağustos 2008 Cuma

Random play.

*Böyle yazıyorum, random.
*Yüz konudan bahsediyorum çünkü "I can never focus on one thing."
*Adın geçtiğinde anlarsın her zaman.
*Satır aralarımı okuyabilirsin çünkü.

*Bazen çok zorlu yollar.
*Karar vermek ne yapacağına.
*Spontane hayat bir çözüm olabilir belki.
*Ya da kısa süre için uyuşturmak sinirlerimizi.
*Çünkü sürekli kaçıyoruz, irdelememek için,

durup baktığımızda birbirimize o anlarda, (the moment) aynı anlamı taşıyan gözlerle,
aynı nefreti görüyoruz içimizde.

Buruk bir tat ağzımızın içinde.

*İlerlemek zorunda hayat ve sen duramıyorsun.
*Donduramıyorsun yaşamayı, düşünmeyi dondursan da.

*Yıpranıyor ve yıpranıyorsun.

*Belli ki kıymet bilmedik çoğunda ömrümüzün.
Belli ki ne kendimizin, ne başkasının kıymetine ehemmiyet verdik.

*Belli ki kıymet bilmeyenler hep daha çekici oldular. :)

Bize de, başkasına da.

*But tell me,
how can you resist something,
something that's the law of nature,
the need you have inside,
the fight we put up to stay alive.

And tell me,
how can a cold breeze hurt you,
if you have summer inside,
and if you know that it's all gonna end,
when you just step outside.

Tell me,
how can we not figure it out,
when it's all so simple,
and so valueless,

and you can't put a price on it.

*I admit: Life can be damaging.
And it's not even in your heart to fight back,
it's just the way it goes, naturally, with no force.

*You just have to do whatever it takes to get better,
just better and better,
your brain and your humansoul will help you out.

--------

*Bir de düşünmek istemediklerim var ki,
koparmaya gidiyorum işin ucunu.

*Sığ olmasın.
*Düz olsun.