Velhasıl Çok Sertizdir.

26 Mart 2008 Çarşamba

Ihr seid unser Motto.

*Sadece sizleri bilgilendirmek için yazıyorum.
*Freedom's just another word for nothing left to lose,
Nothing, that's all that Bobby left me,
But feeling good was easy, Lord, when he sang the blues,
Feeling good was good enough for me,
Good enough for me and my Bobby McGee.
*
Merve çiçeksi kokuları, ben tropikal ve yer meyveleri tabir ettiğimiz(çilekti, böğürtlendi) Erdbeeren kokularını, Cansu hanım meyveli turunçlu ve creamy kokuları tercih etmektedir.
*Türkçe'yi elbette çok seviyorum, ama İngilizce'nin şarkılar üzerinde o büyüsü var, hani şu "Anlatabilme rahatlığı", sözlerin derin anlamlar kazanması için şiirsel ve uçarı derecede soyut olmak zorunda kalmadıkları, gündelik ve basit kelimelerle bile o insanın içini burkan ahengi yakalayabilme lüksü. "I cried for you on the kitchen floor." - "Senin için mutfak zemininde ağladım." "You tear me down like Roger Moore" - "Sen beni Roger Moore gibi parçaladın."

"I hurt myself today, to see if i still feel. I focused on the pain, the only thing that's real."
"Kendimi acıttım bugün, hala hissedip hissetmediğimi görmek için. Tek gerçek olan şeye, acıya odaklandım."


Umarım anlatabildim. (Notes from Amy Winehouse and Johnny Cash)


*
Bazen varla yok arasında duruyor insan, kulağındaki müziğin ritmine göre atıyor adımlarını, dudaklarından ses çıkmamasına özen göstererek birlikte söylüyor çalan şarkıyı.
Gökyüzü hep kendinin sanıyor, sokak kedilerinin küçük kurnazlıklarına gülüyor, aklına sevdikleri geliyor tek tek, özlediklerini görmeyi düşünüyor.
Hatırlamak istediği en son şey, o gün, sorumlulukları oluyor insanın, "öyle olmasının zorunluluğundan ötürü öyle oldurmaya uğraştığı şeyler" için çalışmak oluyor.
Sonra aklının ucunu büküyor insan, diliyle ıslattığı parmağıyla sabitliyor büktüğü köşeyi, kaldığım yeri unutmayayım diye:
"Yapılacak o kadar çok şey varken,
dinlenmeye vakit yokken,
sorumluluklara doğru gidilen yolda adımlarım müziğin ritmine uymalı en azından.
Şu dakikayı tatmak gerek.
Her zaman bu dakika olmuyor."

*Bazen işte tam da o dakikalarda, aslında ne kadar yalnız olduğunu hatırlıyor insan.
*Sevdiklerine, özlediklerine, kendisini sevenlere hakaret gibi geliyor bu hatırlama durumu.
Utanıyor, söyleyemeden silinip gidiyor o düşünce, gücendirmemek için en kutsal bildiklerini.
Silinip gidiyor o düşünce, tam da o dakikada,
İçinde bir parçacık gücenmişlik kalıyor insanın,
dinlediği şarkının sözlerinin bir kısmını dinlemediğini fark ediyor insan,
İçinde bir parçacık gücenmişlikle, göğsünde asılı kalan o yoğun ama hacmi küçük sisle,
Ritme göre atıyor adımlarını,

"Benzine zam geldi, ayda 30 lira fazladan yol parasına gidecek.." diye mırıldanıyor.

*Pushing the Daises, Married With Children'dan sonra gönlümde muvaffakiyet kazanmış ikinci dizi.

*Bir sonraki blogda sizleri "Deri Çizmeler", "Tişörtler", "Müşkül durumlarda kalmamak için insan gibi davranmak" konularında bilgilendirmeyi ümit ediyorum.
Kendinize iyi davranın.

Hiç yorum yok: