Velhasıl Çok Sertizdir.

20 Ekim 2009 Salı

So now for restless mind, I could go either way

"Faint light of dawn
I'm listening to you breathing in and breathing out
Needing nothing
You're honey dipped
You are beautiful, floating clouds, soft world
I can't feel my lips

I'm going down, I don't want to change
I'm going down, going down the drain

Don't bring me down, I beg you
Don't bring me down, I won't let you
Don't bring me down

Then all of that's annulled and I'm ayone's everyone's
We are one
Your face becomes the sun
And I'm addicted to the joy that the little things
Those little things
The little things they bring"



We all had a while, when we believed something could shine on us,
or someone,
or a moment,

whatever, that could shine on us,
and would not let us down.

We were wrong.
So now for restless mind, I could go either way.

18 Eylül 2009 Cuma

a bag full of loot vol.2

*Bonobo açtım, fonda çalması için, Change Down. Kelimelerimi akışkanlaştıracak kadar güzel.

*Başlamak istiyorum, kendi kafamda kurmuş bulunduğum küçük bir cümleyle, nacizane,

"God gave you a hand, and you gave yourself a finger."

Ne için kullanıyorsunuz, sahip olduklarınızı, içinizde zaten var olanı, size bahşedileni, etrafınızdaki evreni, rengini değiştirip duran geceyi, bütün yeteneklerinizi, potansiyelinizi, duygusal ve matematiksel zekanızı, içinizde belki de var olduğundan haberdar bile olmadığınız yaratabilme güdünüzü,

gücünüzü?

Nelere harcıyorsunuz bütün bunları?
Nasıl oluyor da vicdanınız kabul ediyor, bütün bunları çöpe atmayı?

* God gave you a hand, and you gave yourself a finger.

Günlük hayatın, maddiyatın, materyallerin, hırsların, kontrolsüz egoların, başkalarının ne yaptığının, sizin neyi yapamadığınızın,başkaların
ın sizin hakkında düşündüklerinin, sizin başkaları hakkında düşündüklerinizin, sevgilinizin, arkadaşlarınızın, ailenizin, giysilerinizin, okuduğunuz kitapların, dinlediğiniz şarkıların, karizmatik görüntünüzün, yıkıcı davranışlarınızın, çevresel faktörlerinizin, statünüzün, işinizin, okulunuzun,

sahip olduğunuz bütün bu değerlerin
ötesinde
ne kalıyor?


Siz kalıyorsunuz.
Katıksız, bozulmamış, yönlendirilmemiş,
manipule edilmemiş,
egolarına yenilmemiş,
var olma güdüsüne ket vurulmamış,

tertemiz,
işlenmeye ve gelişmeye açık ve aç
bir "siz" kalıyorsunuz.

Peki ne yapıyorsunuz bu "siz" ile?

Hiçbir şey.
Nasıl oluyor da vicdanınız kabul ediyor, bu ziyanı?

*God gave you a hand, and you gave yourself a finger.

İşte, genel-geçer tüm etkenlerden bağımsız olarak sahip olduğunuz,
yani GERÇEKTEN sahip olduğunuz her şeyi harcadığınız nokta tam da burası.

*Kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülüğü yaptığınızın,
ve bu eylemi bir madalya gibi göğsünüzde gururla taşıdığınızın
farkında değil misiniz?


*Çocuk olabilmek, erdemdir,
çocuksu olabilmek ya da
çocuk gibi davranmak ya da
çocukluk yapmak
değil.

Çocuk olun.
Küçülün.
Küçülürseniz, büyüyebilirsiniz.

Bilmediğinizi bilin.
Öğrenmek isteyin.

Ellerinizi kullanın,
gözlerinizi,
burnunuzu,
kulaklarınızı,
sesinizi,
aklınızı,
duygularınızı kullanın.

Yaratın, yön verin, değiştirin, geliştirin,
hangisini en iyi yapıyorsanız,
onu yapın.

Kendinizi ikna etmeyi bırakın.
Kendinizi ziyan etmeyi bırakın.


Her şeye sahip olmak isteyebilirsiniz,
elle tutulabilen her şeye.

Elle tutulabilen şeyler,
ya da banka hesabınız,
ya da insanların sizin hakkınızda düşündükleri,
ya da kırdığınız rekorlar,
üstünlüğünüzü kanıtlamaya çalıştığınız anlar,
ya da kullandığınız fırsatlar,

çerçevedir.

Güzel bir çerçeve edinmekte sakınca yoktur,
ancak çerçevenin tek başına bir işlevi olduğu görülmemiştir.

İçini doldurun,
sahip olduklarınızın,
içini doldurun.

*Etrafınızda milyonlarca mucize var, ve etrafınızda olup biten her şey,
aynı zamanda sizin içinizde olup bitiyor demektir.

Bunun ne anlama geldiğinin farkında mısınız?

Siz, ta kendiniz,
o mucizelerin bir parçası,
o mucizelerin tümü,
ve o mucizelerden birisiniz.

Bütün bunları elinizin tersiyle itme hakkını kendinizde nasıl görebilirsiniz?


*Bir şey yapın.
Yaptığınız şeyi insanların beğenmesi mühim değil.
Kendi "yapabilme" sınırlarınızı her seferinde yeniden keşfetmenizi sağlayacak
bir şey yapın.
Kendiniz için,
iyi bir şey yapın,

sahip olduğunuz tüm genel-geçer değerleri çöpe atmasanız da,
onlardan bağımsız düşünebilin.

Neyin daha önemli olduğuna, aklınız ve vicdanınızla karar verin.

İsteklerinizi ve önceliklerinizi,
genel-geçer değerlere göre değil,

bütün bunlardan arta kalan "siz" e göre belirleyin.

*Bir hayaliniz olsun.
Gerçek bir hayal.

*Bir taş atın, çünkü siz o taşı attığınızda
bir şeyi değiştirmiş olacaksınız.

*God gave you a hand, and you threw a rock.
*God gave you a hand, and you used it
to create.

"Create."

*Yaratın.
*Yön verin.
*Değiştirin.
*Geliştirin.
*Hangisini en iyi yapıyorsanız,
onu yapın.

*Çünkü gerçekten biri olmak için,
insanların adınızı bilmesi gerekmez.

Gerçekten biri olmak için,
kendinize dürüst ve adaletli olmanız
yeterlidir.


İyi geceler.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

terbiyesiz.

*Başlıktaki ben oluyorum.
*Fütursuz kadın.
*Lanet.

*Küçük bir denge problemi yaşadık ve türbülansa girdik ama dönüyoruz yani henüz problem yok.
Sıkılana kadar döneriz canım ne olacak.

*Saçmalamaya başladım, elime geçen tüm parfümlere saldırıyorum.
Ben ki tek kokulu insan,
dönemsel olarak hep aynı parfüme sarılan insan,

126178 tane parfüme sardım, tamamen kız kafası, kusursuz "kız kafası".
Problemden kaçmak için alışverişçilik, "Bize babamız değil ama Hollywood böyle öğretti."

Her neyse, her kıyafete yakışan bir koku çeşidi olduğuna inanıyorum artık, bu fikri de kafama kimse sokmadı, tamamen kendi uydurmam; dedim ya saçmalıyorum.

Çok pis sardım:

"Armani Gio -She
Amor Amor
Burberry's Weekend
Hugo Boss Intense (ama bunu hep seviyoduk..)
Emperio Armani She (bunu da hep seviyoduk..)
Nue (buna hep hastaydık..)
Diamond (hayallerimin parfümüydü..)
Rochas"

Kendini kaybetmenin sınırı yok evet, nitekim çirkin bir şekilde, bu sıralar en sevdiğim şey Armani Gio- She, ve böyle şekerli bir kokunun böyle sıcak havada sıkılması demek.. allahım allahım..

Erkek adamın kokusu deyince de akla gelen o ki,
Unique ne güzel parfümdür, tamamdır o, olmuştur, ama
ARMANI BLACK CODE için can verilir, canandan geçilir..

Dolayısıyla gördüğümüz üzere "the winner is armani" bebeğim..


*Ne diyorduk, kendimi kaybettim, saçmalıyorum, ben uyumaya gidiyorum, sabah tüm bu saçma fikirlerden kurtulup stüdyoya gidip iş yapıcam, tekrar ben olucam evet. BUNU YAPABİLİRİM.






*Kenzo Flower kadar iğrenç bir parfüm görmedim.. Kim bebek poposu gibi kokmak ister ki..
*Body Shop'ta da indirim varmış..

Beni
ıslah
edin.

12 Haziran 2009 Cuma

Runnin in circles but they're dashed this time

*Hakkında "O kız seni üzer." denilen insan oldum yeniden,durum iç gıcıklayıcı.
*Üzüleceğimden korkuyorlar bir çok yakın dostlarım, zemin henüz kaygan diye düşünüyorlar.
*Nitekim bir kaç kişi var ki ziyadesiyle bilincinde,
neyi iade edip, neyi geri aldığımın.

*Daha az zevzeklikle bütünleşmiş bir kendini haddinden çok sevme durumu söz konusu bünyemde.

Hak ettiğim her şeyi alabilirim ve hak edilmediğime inandığım anda gösterdiğim kayıtsızlık bazen beni bile şaşırtır hale geldi.

*Kimse ya da hiç bir şey problem değil, çekil ordan, yapılacak bir şey varsa, ben yaparım.

29 Nisan 2009 Çarşamba

gerizekalı

sarhoş mu olmak lazım
mideni delene dek içmek
kendinden utanacak kadar içmek
her içtiğinde
tuvalet aynalarına bakmamak için
başını önüne eğerek geçmek
kalabalık "bayanlar odası"ndan

hep üzülebileceğin bir
parmak payı bırakmak mı lazım bardakta
dudak payı bırakmak
dokunduğun
sevdiğin
cennet sandığın
tüm çirkinliklerde
bir öpmelik,
tek öpmelik bir dudak payı

kurnaz mı olmak lazım
içtenliksiz
kaçamak
daha güçlü olduğundan
daha çirkin
daha yıpratıcı
daha yıpranmaz

yenmiş gibi mi yapmak lazım
kazanmış gibi
alt etmiş gibi

"her ne boksa kazanılan,
hepsini
hep
ben
kazandım."

bak
bir bok kazanmamışım.

insan olmak
pisliğini
gurur duyarak
herkese gösterdikten sonra
en temiz
en onurlu
en vefakâr gibi

hep "gibi" yapmak
anlamına mı geliyor

ya da insan olmak
bütün lugâtlardan
bağımsız olmak
içinden akan
tüm iyilikleri paketleyip
renkli sözcükler ve
televizyonlarla
tanesi on kuruştan
pazara sürmek

başarılı olmak
anlamına mı geliyor

peki sarhoş olmak mı lazım
ne varsa önünde itebilmek için
sana "yapma" diyen
yapmak istediğin en içten şeyi
yoksa sarhoş olmak mı lazım
yalancıktan
"gibi" yaparak
evcilik oynarcasına
oyunmuşçasına
aptallıkmışçasına
sevmek için birini

utanmadan
öpemiyorsan
utanmadan
sevemiyorsan
dudak payı bırakmadan
kırık bırakmadan uçlarında
yenmiş gibi yapmadan
tutamıyorsan
elimi

ben ne kadar aptalım, tanrım,
tam bir gerizekalıyım
utanmazın tekiyim
pisliğin önde gideni
başarısız bir beyinsizim
mağlubum, yeniğim

ne kadar aptalım, tanrım,
utanmadan
arlanmadan
saklamadan
yenmeye kalkmadan
pazarlamadan
sevebiliyorum,

tam bir gerizekalıyım ben.

27 Nisan 2009 Pazartesi

Stalker

*Ben blogumun izlendiğini billahi bilmiyordum.
Blogun adresimin yayınlandığı birkaç yer var,onları da sadece arkadaşlarım görebiliyor nitekim.

Çok ilginçmiş, sürpriz oldu bana da.


O zaman burdan da söyleyeyim,

nolur gelip yüzüme de söyleyin,
çünkü klavye başından bak ben de giydiriyorum,
ammavelakin sonra ben sahneden de giydiriyorum,
tv'den de giydiriyorum,
ordan da burdan da giydiriyorum.

Kalabalığın arasına karışıp arkadaşının kulağına fısıldayarak laf sokmuyorum ben,
yanımdan yürüyüp geçtiğinde giydirdiğim kişi, burnu düşmüş bir moron gibi geçişini seyredip sonra arkadaşıma cool'luk olsun diye yüzümü ekşitmiyorum.

Oradaki en yerden yüksek lokasyona tırmanıp bağırıyorum ben suratınıza, "Ne kadar adamsın?" diyorum,
evet mesela en son söylediğim şey bu. Son zamanlarda kısa ve öz konuşuyorum.

Hehah,
tamam tamam affedin,
en "cool" sizsiniz,
en "aklı başında" siz,
en "komplekssiz" sizsiniz,
hem "dertsizsiniz" hem de "dert sizsiniz",

affedin, şaka yaptım,

klavye görünce gaza geliyorum işte ne yapalım,

rol modelim sizsiniz.

22 Nisan 2009 Çarşamba

mädchen

Ben aptal bir kız çocuğuyum;
bana iyi davrandığınızda iyi olduğunuza,
bana güzel sözler söylediğinizde içten olduğunuza,
bir şeyi yapacağınızı söylediğinizde onu gerçekten yapacağınıza

kolayca inanırım.

Çünkü ben kötü olmak istediğimde kötü davranırım,
çirkin şeyler hissediyorsam çirkin şeyler söylerim,
ve bir şeyi yapmayacaksam,
işimi halledebilmek için bile olsa,
onu yapacağım yalanını söylemem.

Öpmem, daha sonra görmek istemiyorsam,
Gülümsemem, selamlaşmak istemiyorsam,
"Tabi ki de gel." demem, gelmesini istemiyorsam,

ve sessiz kalmayı başaramıyorum ben,
aptal kız çocuklarına has o pervasız dürüstlükle,
açık açık söylüyorum içimden geleni,

o yüzden de sevilmiyorum pek,
o yüzden de sevemiyorum pek,
diğerlerini.

Aptal bir kız çocuğuyum ben,
parmakla göstererek kusurlarını söyleyebilirim insanların,
ve bana şeker ikram eden adamı,
fütursuzca sevebilirim.

Acımasızca vurabilirim hatalarını suratlarına insanların,
ve en sevdiğim şeyleri paylaşacak kadar alçakgönüllü olabilirim,

doğrusunun bu olduğunu zannederim, öyledir doğal hali insanın,

ve anlayamam bir türlü, aptallığımdan,
farklı davranış biçimlerini.

14 Nisan 2009 Salı

Buna istinaden

Geçen seferki "emo çığırışı"mızın hemen ardından vermek istediğim bir de arabesk mesaj mevcut,

"hepiniz mi yalansınız öeh."

bir de deliğanlı mesajı mevcut,

"teker teker gelin lan."

Parçalayasım var.
Dudaklarımı yoluyorum onun yerine,
bir de sigarayı günde 1 buçuk pakete terfi ettirdik, hayırlısı.

Sinir stres iyidir, bünyede bağışıklık yapar,
bünyeye yaratıcılık katar.

Çalıştırın aferin beni hep böyle.

10 Nisan 2009 Cuma

friendly.

"Hadi kalk gidiyoruz." diyecek,
bunu söylerken aynı zamanda içtenlikten başka hiç bir kıvılcım vermeyecek,

ve bunu söylediğinde,
beni gerçekten tutup götürecek

birilerinin olduğuna inanmayı,

şu an her şeyden çok istiyorum.


Daha az bencil, daha çok dostane..

"Does anybody hear me?"

9 Nisan 2009 Perşembe

still.

Die Fischlein, würden sie verkünden, sind bekanntlich stumm, aber sie schweigen in ganz verschiedenen Sprachen und können einander daher unmöglich verstehen.

(Wenn die Haifische Menschen wären - Bertolt Brecht)

1 Nisan 2009 Çarşamba

dehydrating.

*Namus dedi, kurudu dilim damağım.
Öyle büyük bir nefes aldım ki göğsümün taa içine,
ciğerim patlayacak sandılar,
itfaiye araçları, tanklar, ambulanslar,
etrafımı sardılar,

beklediler, beklediler, beklediler,
teslim oldum,
panik içindeki insanların ortasında kaldığım zaman
geriliyorum.

*Pençevari ellerimle yoldum dudaklarımın derilerini,
dilimi söktüm,
solunum borum geldi beraberinde,
attım önlerine,
imza mı da attım altına,

ifademi aldılar.

*Bir şey sormak istedim,
bin defa yalvararak,
tek bir ince soru yönelttim güzel yüzlerine,

"Kimsiniz ki karar vereceksiniz,
ciğerlerimin hacmine?"

Suratları asıldı,
renkleri bozlaştı,
üzüldüm.

*Bir şey söylemek istedim,
bin defa cezalandırılarak,
tek bir ince soru yönelttim kibar yüzlerine,

"Kimsiniz ki namus diyeceksiniz,
bana "siz" değil de "sen" diyeceksiniz,
"gel" diyeceksiniz, "öl" diyeceksiniz, "vur" diyeceksiniz,
"sus" diyeceksiniz?"


*Bir şamar patladı yüzümde,
gözlerim kararmış,
ciğerim infılak etmiş,

bir uyandım ki,
hepsini öldürmüşüm.

12 Mart 2009 Perşembe

my fairman odds a song to me.

Hep en doğru şarkıları bulan bir adam var,
ve hep doğru sözcükleri seçen,
hep en güzel ve anın akışına en uygun melodileri hatırlayıp çıkaran,
güzel ceketinin güzel ceplerinden,

bir adam ki,
dünyanın tüm bayanları ağlayacak, ondan mahrum kaldıkları için,
ve dünyanın tüm adamları aptal,
onun ırmağının
sakin ama coşkun sesini
dinlemek yerine
onu yeterince sevmeye
yeltenmedikleri için.

bir adam ki,
en ağlayamaz beni bile,
gözlerimde hayranlıkla,
anlaşılırlıkla dolduran yaşlara koşturan,
öyle bir adam ki,

canımın bir parçasından kopmuş gibi geliyor,
ve çıplak ayakla
ıslak çimlerde koşmaya çağırıyor beni
ne zaman otursam bir kayanın üzerine,
ve ayakkabısının tekini kaybetmiş
kız çocuğu gibi,
annemden işiteceğim azarı düşünsem kara kara.

öyle bir adam ki,
kalp atışlarımla en uyumlu,
en zorlanmadan ve
acıtmadan akan şarkıları bulup çıkarıyor,

ve eski bir dostun dediği gibi,
müzikalden ibaret olan hayatımıza,

en eski dudaklardan dökülen
yepyeni şarkılar ekliyor.

şeker komasına girmiş gibi hissettiriyor bana kendimi,
mutluluktan ölecekmişim gibi.

saçımın ucunu çekiyor muzurca,
ve koşarak kaçıyor,
oynamaya davet ediyor,

çık dışarı diyor,
çık dışarı ve bul,
seni seven ve senin sevdiğin kişiyi.

öyle bir adam ki,
iyi ki var diyorsun,
ister istemez,

öyle bir adam ki,
bir bakışıyla görüyor düşüp kanattığın dizini,
ve aynı muzur gülümsemeyle,
eğilip üflüyor yarana.

koşup oynamaya devam ediyorsun,
devam ediyorum,
devam.

Come out and find the one that you love and who loves you,
Lalalalaa.




Şarkı:

The Smiths - Sheila Take A Bow

Is it wrong to want to live on your own ?
No, it's not wrong - but I must know
How can someone so young
Sing words so sad ?

Sheila take a, Sheila take a bow
Boot the grime of this world in the crotch, dear
And don't go home tonight
Come out and find the one that you love and who loves you
The one that you love and who loves you
Oh ...

Is it wrong... Read more not to always be glad ?
No, it's not wrong - but I must add
How can someone so young
Sing words so sad ?

Sheila take a, Sheila take a bow
Boot the grime of this world in the crotch, dear
And don't go home tonight
Come out and find the one that you love and who loves you
The one that you love and who loves you

Take my hand and off we stride
Oh, la la la la la
You're a girl and I'm a boy
La la la lalalalla
Take my hand and off we stride
Oh, la lala la la
I'm a girl and you're a boy
La lal

Sheila take a, Sheila take a bow
La ...
Throw your homework onto the fire
Come out and find the one that you love
Come out and find the one you love

11 Mart 2009 Çarşamba

teenage bad girl

* Yazacağım, çizeceğim,
görürsün sana neler edeceğim,
bir yerinee,
bin cezayla,
hakkından geleceğim senin.


Sus kancık,
yoksa ben de konuşmaya başlayacağım.


PS: "Bana şarkı yaz." demiştin, sana şarkı yazdım. Hatrın kalmasın.
Yakında dinlersin,
teenage bad girl,
worst stalker ever.

10 Mart 2009 Salı

ortalama.

*Mutlu başladığın bir gün hep şüpheyi de getirmiştir yanında,
çünkü o gün için kaybolmasından korktuğun bir his mevcuttur sol cebinde,
atasın gelir, ama aslında gün bitene dek hissin orda durmasını istiyorsundur içten içe,
ve öyle olmayacağına dair bir şüphe, kemirir durur beyninin ve cebinin sol yanını.

*Derslere girersin tek tek, mutlu günün hevesindesindir hala, oysa bugün güneşin hiç görünmemiş olması yeterli bir sebeptir keyifsiz olman için.

*Ceylan'ın yanına gidersin, beraber yemek yersiniz ve artık olağandan daha uzun süren mutlulukları hakettiğinize dair klasik konuşmalarınızdan birini daha yaparsınız. Kısmen sakinleşirsiniz yüz yüze baktığınız yahut birbirinizin sesini duyduğunuz anlarda, ve bilirsiniz ki bunlar son çırpınışlarınızdır bir şeylerin düzelmesi ihtimallerine sımsıkı tutunabilmeniz için.

*Kös kös eve dönersin, ailenin evine,
kendini evde hissedemediğin bir evdir artık orası,
çünkü yeterince genç bir yaşta bambaşka bir hayat stili zehirlemiştir seni,
ve kulaklarında seni yemeğe çağıran tatlı annenin sesi bile olsa,
huzursuz olursun içten içe,
yeterince kendin değilsindir,
ve gerizekalı bir ergen gibi hissettiyordur bu sana kendini,

en sevmediğin şeylerdir gerizekalı ergenler,
sen de onlardan biriydin çünkü, eskiden.

*Beşiktaş'tan Üsküdar'a giden bir motor vardır,
7 dakika sürer iki sahil arasındaki yolculuk,
ve o 7dakikaya sahip olmak için,bambaşka diller konuşan insanlar yolları arşınlarlar,
sendeyse her gün alışılagelmiş bir lükstür bu,
için için keyiflenirsin.

Su birikintilerine hapsolmuş çamurlara takılır gözün,
motor sallandıkça sallanırlar çamurlar, su birikintisinden kurtulmak istercesine,
tekrar toprak olmak, çiçek açtırmak, hayat vermek, güneş görmek istercesine,
ve inanırlar belki de tekrar toprak olabileceklerine,

farkında bile değillerdir,
birkaç umursamaz insan, ayaklarıyla ezerek toplamıştır onları,
ve ayırdına varmadan, içleri hiç acımadan, akıllarına bile getirmeyerek ezdiklerini,
hiç bir yere varamayacak olan su birikintilerine bırakmışlardır toprak tanelerini.

*Üsküdar sahilinde, denize dökülmüş 40-50 tane simit görürsün.
İki sahne gelir aklında,
Süper Loto'yu tutturduğunu öğrenen bir simitçi, zevkle fırlatmıştır simit tablasını suya,

yahut bir "bardağı taşıran son damla" ile sinir krizi geçiren simitçi,
öfkeyle fırlatmıştır tablasını suya,

eve para götüremeyecektir bugün,
evde aç çocuklar olacaktır bugün,
bir anlık isyanlar, sadece ve sadece lükstür kimi insanlara.

*Bugüne ithafen yapabileceğin en iyi şey,
daha iyi bir kıyafet ve daha pahalı bir siparişe yetecek kadar bütçeyle,
sana iyi davranan şef garsonun çalıştığı restoranta tekrar uğramaktır, vaktin olduğunda.
Belki mekanın sahibine de, şef garsonun güleryüzü ve iyi servisi için orda olduğunu belli edecek birkaç jest yaparsın, bahşiş bile bırakabilirsin hatta.

*Düşünürsün ışıklardan geçerken, üzerine su sıçratan taksicinin arkasından öfkeyle bakarak,

yeterince kullandırdın kendini, maddi ve manevi olarak,
ve yeterince doldurdun kendine kötülük yapma kotanı,
başkalarına yaptığın kötülüklerse bir kaç şarkıdan ibaret kaldığına göre,
çalmayan telefonlardan ötürü üzülmek saçma değil mi?
Yahut her çaldığında o an en son konuşmak isteyeceğin kişilerden birinin aradığını gördüğün telefon ekranına bakıp surat asmak?

Ne kadar ufak tefek şeylere üzülüyoruz,
ve ne kadar kolay heyecanlanabiliyoruz,
güzel bir şeylere tutunma şansları gördüğümüzde.

Ne olursa olsun,
hala hayallerimiz var,
öyle ya da böyle sıradan bir gün daha biterken,
hala hayallerimiz var ve hala gerçekleşeceklerini ümit ederek yaşıyoruz.

Ne olursa olsun,
bugün de İsa mezarından çıkmadı, yahut kıyamet kopmadı,
yahut bombalarla ayağa kaldırmadılar İstanbul'u,
ve bugün de sevdiğimiz biri ölmedi,

ve bugün de kedin seni gördüğüne çok sevindi.

Belki de şükretmelisin,
bundan daha fazlasını elde edemeyecek olmanın verdiği bilinçle sızlanmak yerine,
belki de şükretmelisin,

çünkü kedin henüz 4 yaşında, ve ortalama 9 yıl daha seni her gördüğünde sevinecek.

Kendin için ne yapacağına,
9 yıl sonra karar verirsin..

6 Mart 2009 Cuma

lanet karı.

"Ben anladım anlattıklarını." dedi,
"Ne anlatıyorum?" dedim,

"Cam kırıklarında yürüdüğünde ayaklarının kesilmesi yüzünden acı duymak, ve cam kırıklarında yürüdüğünde ayaklarının kesilmesinden hiç bir şey hissetmemek arasındaki nüansı." dedi.

Cam kırıkları skimde bile değildi,

göt herif.

4 Mart 2009 Çarşamba

beloved.

Öyle demediler ilk çağlarımda,
belki biraz daha sonra da dile getirmediler,
ancak zamanla üzerime kokusu sinen hemen herkes,
çok da haklı bir sitemle söylüyor bunu,

doğru,
haklısınız,

beni sevmek zor zanaat.

27 Şubat 2009 Cuma

Generation next.

Bazıları sadece gördükleri güzel/kötü şeyler hakkında yazılar yazıyorlar, ve bazen de gördükleri şeyleri gösteriyorlar,yazılarının altında, üstünde,

çünkü kendi içlerinde,
yazıya dökebilecekleri hiç bir şey yok.

Ve dış dünyada gördüklerini parmakla göstermek,
tüm toplumların en iyi yaptığı iştir.

Bittabi bu eylem,
her zaman, içerden gelenden,
daha çok ilgi çekmiştir.

Sevgiler.

23 Şubat 2009 Pazartesi

pieces of illusions



There is a universe that can't be seen
It's just a feeling if you know what I mean
A delectable dimension undetectable by sight
It'll fill up your heart in the dead of the night
Some say its an astral plane
Can't be described can't be explained

The world exploded into love all around me
The world exploded into love all around me
And everytime I take a look around me
I have to smile

Oh is our life just an illusion
There is no need to figure it out
The separation exists not in your love filled heart
But only in your mind
The real story's all around you
Even now it surrounds you
Even now I feel the power

The world exploded into love all around me
The world exploded into love all around me
And everytime I take a look around me
I have to smile.

*Bob Schneider - World Exploded Into Love


*Aşk değil, sevgi değil, huzurdur burda tasvir edilen.

22 Şubat 2009 Pazar

One big family.

*Samimiyetsizliği kolayca anlayabiliyorum.
*İçimdeki tereddüt hissi, her seferinde aynı şeyi ispatladı,

muhattabımın samimiyetsizliğini.

Ve bu çok da güzel bir şey değil,
koruyucu değil, çünkü sadece korunmak istediğinde korunursun.

Uyarıcı değil, çünkü sadece görmek istersen görürsün kırmızı tabelayı.

Mutlu etmiyor, çünkü insanların en mutlu anları, aptalca ve sonsuz inanabildikleri zamandır.

Tereddüt huzur kaçırır.

*Eğer içinizden gelebilecek bazı sözleri söylememek için dilinizi ısırıyorsanız,
eğer bir şeyin sizi mutlu etmesi, aynı zamanda sizi üzüyorsa,
eğer kendinizi gözünüz kapalı o şeyin akışına bırakamıyorsanız,

samimiyetsizliği hissediyorsunuz demektir,
ve bu his,
prensesin yatağının altındaki bezelye gibidir,

tanımlayamazsınız,
ama uyku kaçırır.

*Eğer kedimin sevilme talebiyle bana yaklaşması kadar safça yaklaşabilseydi insanlar bana,
belki insanları da bu kadar çok sevebilirdim.


O halde burdan söyleyelim, içimizden geçenleri,

*Well you done done me and you bet I felt it
I tried to be chill but you’re so hot that I melted
I fell right through the cracks
and now I’m trying to get back
Before the cool done run out
I’ll be giving it my bestest
Nothing’s going to stop me but divine intervention
I reckon it’s again my turn to win some or learn some

But I won’t hesitate no more, no more
It cannot wait, I’m yours

I’ve been spending way too long
checking my tongue in the mirror
And bending over backwards just
to try to see it clearer
But my breath fogged up the glass
And so I drew a new face and I laughed
I guess what I be saying is there
Ain’t no better reason
To rid yourself of vanities and just go with the seasons
It’s what we aim to do
Our name is our virtue.

Well open up your mind and see like me
Open up your plans and damn you’re free
Look into your heart and you’ll find love love love love
Listen to the music of the moment people dance and sing
We’re just one big family
And it’s our God-forsaken right to be
loved loved loved loved loved.

So please don’t, please don’t, please don’t
There’s no need to complicate
‘Cause Our time is short
This is our fate, I’m yours.

18 Şubat 2009 Çarşamba

Kül.

*Şarkılar yazarım, söylerim ben.
Gücüm yettiğince yazar, dilim döndüğünce söylerim.
Başka hiç bir şey yapamam yaşamak adına,
şarkılar yazar, şarkılar söylerim.
Ellerim titrer, sesim çatlar,
insanlar güler, insanlar alkışlar.
*Sen,içimdeki, yeni şarkılar yazmak, yeni şarkılar söylemek isteğini tetikleyen adamsın.
Sadece bu yüzden değildir elbet, ama en çok da bu yüzden, senin gölgende durmak,sessiz, sakin, itiraz etmeden, hatırlayarak, işime geliyor en çok.
*Sen, bırakamadığım tek alışkanlığımı ivmelere sürükleyen adamsın.
Sigaradan sararmamış gibi ellerim, ellerimi güzel bulan adamsın.
*Senin yanından dönüyordum,
hastalıklarımın önünden geçtim.
Dört saniyede hatırladım hepsini, hem de hepsini.

Annemin etiyle tırnağını ayırmaya hazır olduğu bir dönem vardı, kafamın içinde süregelen sert depremleri durdurabilmek için,yıkılan şehirleri ayakta tutabilmek için.
Lanet ediyordu annem depremlerime,içinden.
Bana da lanet ediyordu bazen,
çünkü öyle kaya bir zemindim ki,
öyle sert bir zemindim ki,
sarsılmam imkansızdı onun gözünde.

Ve buna rağmen, doğaya, doğama aykırı olarak,
diğer şeylere aykırı olduğum kadar en az,
önce ufak öncülerle korkutmuş, sonra dev depremlerle yıkmıştım onu.

Artçılarımdan en çok annem korkuyordu.

*Bir dönemim oldu, rahatlamak için en sevdiğim şey, yağmur yağdıktan sonra İstanbul'un çarpık yollarında biriken gölcüklerin içine atmaktı kendimi.
Yapayalnız, gece kokulu sokaklarda, bir su birikintisinden diğerine koşan kız çocuğuydum.
Ayakkabılarımdan, paçalarımdan su akardı, annem gülümseyerek karşılardı beni kapıda,
mutlu olduğumu bilirdi, ıslanmakla, çamurda yuvarlanmakla geçen saatlerde.

Çocuktum, ellerim sigara değil, yalan kokuyordu.

Islanmaktan en çok nefret eden insan oldum,
büyür insan, huy değiştirerek büyür,
sevdiği şeyleri artık sevmeyerek büyür.

*Sen,içimdeki her türlü çirkinliğin, her türlü bencilliğin, üşüyen her hücremin, seninkilerle birebir örtüştüğü adamsın.

Sen, kafamın içinden geçen şeylerin belki %2'sinin, belki %3'ünün anlaşılabilir ve çocukça kılınmasını sağlayabilen adamsın.

Sen, kendinin de anlam veremediği şekilde, hayatında hiç bir pozisyona sığmayışıma rağmen, hayatında hiç bir konuma oturmayışıma rağmen, hayatında hiç bir yerim olmamasına rağmen,
benim yanımdayken her ikimizin de girebildiği kimyasal tepkimeden ötürü,

zor anlarında beni içinden geçilecek bir kiler kapısı olarak gören adamsın.*

(*İnsanların bozduğu güzelliklerdendir, Donnie Darko, Cellar Door.)

Sen, uykuya yatırdığım tüm çocuklarımı,
evimin içinde dev bir davul çalarak,
şenliklere çağırırcasına,
güne, geceye kaldıran adamsın.

Sen, benim sana uygun gördüğüm tüm tasvirleri,
farkında dahi olmadan,
kusursuz bir şekilde taşıyan adamsın.

Sen, benden ne daha az, ne de milimetre kadar bile fazla,
sen, tam ölçüsüyle yalnızca benim kadar bencil olan adamsın.

*Senin yanından dönüyordum,
Hastalıklarımın önünden geçtim.
Dört saniyede hatırladım hepsini, hem de hepsini.
Kafamın içinde peyda olan depremleri,
derimin üstünde koşan çocukları,
derimin altında yıkılan binaları.

*Ben, hep, herkesin, senin de, bıraktığı yerde kalacağım.
Saçlarımdan küller dökülecek,
Saçlarım dökülecek,
ve hep aynı garipsemeyle düşüneceğim,

"Saçlarım karışıp, makyajım aktığında mı daha delirmiş görünüyorum,
yoksa mükemmel görüntümle,
topuklu ayakkabılarım ve güzel elbiselerimle,
kemikli sıfır beden gövdemi taşırken ayaklarımın üzerinde,
gözlerimin içinde parlayan o küçücük mani ışığıyla mı?"

"Hangimiz daha iyiyiz,birbirimizden, ve daha iyi olmak için ne gerekiyor, elle tutulabilir olmadığı sürece kavramlar?"

"Ateşi söndürmek zorsa, çıplak ayaklarımızla,
neden gülümsedi yüzüme, çıplak suratlı adam, rüyamda?"

*Doğru olan hiç bir şey yapmıyorum,
şu sıralar kendim için,
farkındayım.

Ama hep merak edeceğim,
ne zaman yeterince doğru olacak,
ve zaten kimin umurunda?

*Hastalıklarımın önünden geçiyordum,
dört saniyede yazdım hepsini,
ve unuttum.

13 Şubat 2009 Cuma

Friends forever.

Keep on runnin' in the dark
Dude ranch dream is fallin' apart
Stolen kisses let's pretend my friend
You play sick and I will mend
Let the action begin again my friend
You be patient and I'll attend

Let's rehearse let's do it again
Dude ranch nurse your brand new friend

Let nurse give you a shot it's something to do
Took my pulse
Let nurse give you a shot it's something to do
I could love you I could love you

Deep sleep coming along
Like a newborn colt you found
You're wrapping around the gauze
Dizzy reminder
Ouch she found

Let nurse give you a shot, don't slip too far
I could love you
I could have you

You be cowboy and I'll allow
Let me ride you 'til you fall
Let's pretend there's nothing at all
Nobody knows the shape I'm in
Kiss me now it's just a sin
Nobody knows the shape I'm in.



*Sonic Youth - Dude Ranch Nurse


*Bugün ya da daha sonra, ne zaman gittiğin önemsiz,çünkü o zaman anlarım ki zaten kalman gerektiği kadar kalmışsındır,

ve her şey için teşekkürler.




(I hear the sound of mandolines.)

10 Şubat 2009 Salı

aydınlanma süreci.

*Yok artık.

*"Otururken ayağı yere değen" her kadın cinsini ablukaya almak, zevkle, şeriatle saklamak, zevceden saymak.
*Yaşayış şeklinin,tarihçenin biriktirdikleriyle yoğrularak, zeki yahut aptal, ayırt etmeden, sadece ve sadece ablukaya almak.
*"Çünkü hepsi konuşur ve eyleme gidilen yolu biraz uzatır, ancak konuşma bittikten sonra tabii olan şey eylemdir, ve bu yüzden hepsi birbirinin aynısıdır." fikrini zikretmek.
*"Senden çok var." dediğinde, karşısındakini hangi kategoriye koyuyorsa o cinsin soyundan bolca tatmış olmak.
*"Zeki" namını yalnızca kendi şahsına layık görmek, diğer herkesi kendisinin gölgesinden farz etmek.
*Sadece her yediği haltın ceremesine onun yerine katlanan, onu kendisinden ön plana koyabilen,yaptığı her şeyi sineye çeken, onu obsesyon haline getirmiş kimseleri yanında tutmak.

*Sen de haklısın, ne diyeyim, çok haklısın.


*Ama haklısın da, bana mı haklısın ulan?

7 Şubat 2009 Cumartesi

eski bir şiirimsi.

KADIN

Bir karın ağrısı

Ve bir Erzurum türküsüyle
Anladım,
Bazı yasalara göre
Bir parça kandan ibaret olduğunu
Kadın olmanın.

Ve "Kahretsin!" dedim içimden,

"Ailemin haberi olmadan,
Sessizce kadın olduğum o ilk günde,
Bir damladan fazla kanamadım."





esin.

*eskiden yazdığım bir şey, bulunca paylaştım.

6 Şubat 2009 Cuma

when you fall, you don't hurt at all.

*"Made a note of it
Did you write it on your hand
Put a name on it
To help you understand

Well do you see
The futures holidays are for me
Just let me know
Where we go after the fall

Like the sound of it
Gonna hang it on your wall
Turn and run with it
For the sake of one and all
Where you go, nobody knows

Well do you see
The futures holidays are for me
Just let me know
Where to go
Where you go after the fall."

*
Uykusuzluk bazen bir nimet gibi gelmeyebiliyor.
Eskimiş bir ülser ağrısı,gelip geçtiği yerlerdeki izlerini daha iyi gösterebilmek için insana,
onun uykusuz, ufak çaplı 'hang over'larını bekliyor, pusuya yatmış timsah gibi.

Eskimiş bir ne hissettiğini bilememek durumu,
eskimiş bir andan ana değişmek durumu,
eskimiş bir canavar kafanın içine tüneyen,
esniyor,geriniyor, uyanacakmış gibi yapıyor,

ve bu anlarda, inanmak daha zor oluyor,
gerçekten de planladıklarını yapabileceğine,
çünkü her şey senin kontrolünde ve seninle doğru orantıda gelişmiyor.

Sen sadece bir dönem öyle olduğuna çok fazla inandın.

*Tekrar sormak istedim,
gözümü kapayıp açtığım zaman arasındaki rüyaların etkisiyle,

"Seni normlara uyum sağlayabilen biri olman için mi,
yoksa mutlu olmayı tanımlayabilmen için mi tedavi ediyorlar?
(bknz: define happiness)

Gerçekten kafalarının içinden geçen fikir hangisi,
ve iyileştiğin zaman,
kime ve neye göre "iyi" oluyorsun?

Seni tedavi ettikleri zaman,
sıkça hata yapan ve kat-i surette bencil olan herhangi bir 21. yy insanına dönüşüp,
toplumun arasına katılıp,
parçalaman ve kırman mı gerekiyor?
(bknz: capability of being raw)

Sadece hasta mısın, yoksa beyin kıvrımlarının içine gizlenmiş bir canavar mı var?"
(bknz: R.C. Marco Polo aka The Killer Raspberry)

*Durup, bir nefes alıp sakinleşince,
Zero 7 yine gelip hatırlatıyor,
kendin için birinci planda oluşunun nimetlerinden yararlanmalısın,
senin de içinde en az diğerleri kadar pislik var,
ve sadece içindeki pislik seni mutlu edebildi diye,
bunu mahvetmenin gereği yok.

Çünkü onlar hep giderler,
sense tren istasyonunu çoktan terk ettin.

*Futures holidays are for me.


29 Ocak 2009 Perşembe

buckle.

"I’ve sworn my love
I’ve been reborn my love
Don’t be forlorn my love
I’ve torn my heart
Do not mourn my depart
I’ve been reborn my love

I'm watching you
there's nothing they can do
now I'm reborn my love

Yeah, you must believe you’ll live on without me
I’m leaving all my love

I am awake
And you are only dreaming
You’ll be ok and you will find some meaning
You will not break
Though you'll buckle with feelings
I am awake and you are only dreaming

Don’t fear my friend
'Cause there is no real end
I’ve been reborn my love
I’m happy here
I have nothing to fear
I’m getting all the love, oh yeah

So shed a tear
For all the happy years
And just move on my love
I’ll ride this crowd
And when your time comes 'round
We’ll need all our love

I am awake
And you are only dreaming
You’ll be ok and you will find some meaning
You will not break
Though you'll buckle with feelings
I am awake and you are only dreaming"

*Zero 7- Dreaming


*Malumunuz format sonrası, zero7'ın myspace'teki şarkıları kaldırdığını zannettiğim an - göz yanılması- yıkıldığım an oldu. Akabinde şarkıları görmekle gelen rahatlık hiçbir şeyle değişilemez cinstendi.

Bir de 20 Şubat'ta aramıza Nauvelle Vague katılıyor. Gözleri şimdiden doluyor insanın, kalbi küçük bir serçe gibi, pıt pıt, atmak, pıt, heyecan, serçe, kuş..

killz.

Hayatımda hiç bir müziği daha fazla sevmedim.

-thanksforjoiningmylifejam belladonnakillz-

17 Ocak 2009 Cumartesi

"Ben bu işi biliyorum." derken neden haklıyım?

Çünkü önce Amy Winehouse,
sonra MSI,
sonra Shiny Toy Guns,
sonra Calvin Harris,
sonra New Young Pony Club,
sonra The Fratellis (with helps of onurcan ekiner),
sonra Von Bondies,
şimdi de The Pierces,

undergrounddan keşfedip de, kimselere koklatmadan uzun süre dinlediğim(iz), akabinde ister istemez yükselişlerine/şöhret basamaklarını üçer beşer tırmanışlarına şahit olduğum(uz) isimler.

Cnbc-e'de, dizilerin arkasına koyulacak şarkıları seçen adam, başarılı bir dinleyicisin, biliyoruz.

The Pierces isimli iki balerin kızkardeşten oluşan süper şirin grubun "Secret" isimli parçası Dexter'ın reklam müziği olma şerefine nail olmuştur.

Hepimize hayırlı uğurlu olsun.

*Dipnot 1: Bu kızların en şirin şarkısı hep "Kill Kill Kill" olacak.
*Dipnot 2: Grubu ilk bulduğumda myspace'teki fake profillerinden dinleyip, gerçek profillerinin o olduğunu zannederek ekleme talebi göndermem sonucunda,

grubun fake profilinin topfriends'ine -sanıyorum ki profile views hit'imden kaynaklı- lök diye oturmuş bulunuyorum, bu da hayatın bir cilvesi, komiklik.

öpüyorum gıdıklardan.


http://ashkillroy.blogspot.com/2008/03/ben-bu-ii-biliyorum.html

11 Ocak 2009 Pazar

So long and thanks for all the fish.

..even though I can't stand the smell,the look and the taste of'em,

it's ok to eat fish, cos they don't have any feelings.

8 Ocak 2009 Perşembe

Red Alert

*Evime doğru yürürken küçük elleri ve pençemsi tırnaklarıyla sol ayak bileğime tutundu,

her adımımda havalandı,
her yere basışımda suratını çizmeme daha çok gömdü, pençeleri daha sıkı tutundu bileğime.

*Ne eğilip elime aldım, ne de ayağımı salladım düşürmeye çalışarak.

* "And I never stepped on the cracks 'cause I thought I'd hurt my mother" diyen adamı duydum, o adam "My heart is frozen still as i try to find the will to forget you somehow, cause i know you're somewhere out there right now." diyordu aslında tam da o sırada,

ben nasıl olup da onun söylediğinden bambaşka bir cümle duyduğumu düşünürken adam tizlere çıktı,

orkestra yükseldi,

ayağım takıldı,sendeledim.


Dönüp bir baktım ki,
yok, tırnak izleri bile kalmamış ayak bileğimde.

*Sokağımı gördüm, parkın içine doğru yürüyen sokak köpeğini,
yanlış park etmiş arabaları,
müzik-çalma-aletini kapatmak için cebimden çıkardım,

elim de çıktı onunla beraber,
pençemsi ellerime baktım, yaramaz çocuk elleri gibi, çarpık çurpuk,

"unladylike" tabir ettikleri başkalarının.

Hoşlanmadım ellerimden, bir kez daha;
hoşlanmadığım gibi bir çok şeyden.
Sert çıkışlarımla ve sivri dilli oluşumla nam salmış olmayı daha çok sevdim,
"çok iyi kızdır" cümlesini yafta gibi taşımaya nazaran.

Çirkin elli ve kırık burunlu,
keskin ve tortulu insan olmaktan hoşlanmadığım gibi,
bir haltı beceremeyenlerden hoşlanmadığım gibi,
benden daha şımarık olanlardan hoşlanmadığım gibi,
aptallardan ve olgunlaşamayanlardan hoşlanmadığım gibi,
ortamcılardan ve beyinsiz septiklerden hoşlanmadığım gibi,
yaptıklarımdan ve yapabileceklerimden hoşlanmadığım gibi,
renkli ışıklardan hoşlanmadığım gibi,

kapı zilinin çalışmamasından hoşlanmadım.
Apartmanın ilk üç basamağını atladım,
üçer üçer tırmandım,

evin kapısının açıldığı ana kadar ben,
sırtımdaki kambura kadar buz kesmiştim ve

sol ayak bileğimden kaynaklı bir "mental kırmızı alarm" veriyordum.